Outlander Part I: Hikayeye Giriş

2010'larda pek popüler olan "eski çağlar" temasının ekmeğini yiyen dizilerden biri de Outlander sanırım. Açık konuşmak gerekirse bunların çoğu adeta şiddet pornosu sunduğu için izlemekten zevk almıyorum. Tarihi dramaları ne kadar çok seversem seveyim 7 sezon boyunca dövüş, tecavüz ve entrikaya maruz kalmak beni bayar. Outlander çok mu farklı? Hayır, aslında bu öğelerin hepsini içeriyor. Hatta sosyal medyada bazı sahnelerine rastlamasaydım belki kendisinin varlığından haberim bile olmayacaktı, zira dizi bilgim çok kıt. Ama bu diziyi sevmemin sebebi de onu izlemeye iten bu gibi sahnelerin kattığı farklılık.

1. sezonu geçen yıl izlemiştim, yayınlandıktan 1 yıl sonra sanıyorum (böyle şeyleri bir kere de zamanında izlesem dişimi kıracağım). Çok etkilendiğim için blogda bahsetmeye karar vermiştim ama sanal ortamda bır bır konuşma isteğim bazen ters tepebiliyor, çok uzun süreceğini bildiğim için yazmaktan temelli vazgeçmek gibi... Eh, sonrasında kendi hayatımdaki can sıkıcı gerçeklere odaklandım ve diziyi aklımın kuytu köşelerinden bir daha çıkarmadım. Geçen gün dımdızlak işsiz kalışımla birlikte kendimi dizilere vurdum. Outlander'ın hiç izlenmemiş koskoca 2. sezonunun beni beklediğini hatırladım. Güzel bir teselli oldu doğrusu. Sonra iş çığrından çıktı ve 1. sezonu tekrar izledim, (bazı) kitaplarını okudum, aynı soruların binlerce kez sorulduğu röportajlarını izledim falan... Artık iki elim kanda olsa da, kimse okumasa da Outlander'dan bahsetmem lazım. Böylece ona olan tuhaf düşkünlüğümün bir ifadesini şuracığa bırakmış olayım.

Kendime (ve okuyanlara) eziyet etmemek için birkaç part yayınlayacağım. Bugün dizinin genel hatlarından bahsetmeye karar verdim. Genel olarak sonuna dair spoiler yok ama hikayeye derinlemesine daldım yani, aman ha.

Bağlantılı Outlander Yazıları:

Hikaye

İkinci Dünya Savaşı sırasında orduda görev alan hemşire Claire Randall ile başlıyor hikaye. Kendisi bir İngiliz. Bu hanımın hiç yerleşik bir hayatı olmamış, bir vazosu bile yok. Bu yüzden de genç yaşında çok şey görmüş geçirmiş. Savaş bitince eşi Frank'le İskoçya kasabalarından birine tatil-araştırma amaçlı gidiyorlar, yeni bir başlangıç için. Bu sırada Frank buna sıkıcı sıkıcı tarih anlatıyor işte, çünkü kendisi tam bir tarih geek'i. Cadılar Bayramı gecesinde kasaba kadınlarının Pagan ayini diyebileceğimiz bir olaya tanık oluyorlar. Claire bundan etkileniyor ve ayinin gerçekleştiği tarihi taşlara tekrar uğruyor. Burada düğüm kopuyor ve taşlar aracılığıyla 200 yıl öncesine gidiyor.

İlk başta sıradan bir zaman yolculuğu konseptinden ibaret olduğunu düşünüyorsun -ki bu haliyle bile hiç fena değil. Ama Outlander'ı bence daha özel yapan şey karakterleri olduğu kadar Claire'in yolculuk yaptığı spesifik tarif ve coğrafya.

1700'ler İskoçya'sının politik bir tarafı var. Claire, zamanda İskoçya Highlands bölgesinin ortasına bir İngiliz olarak düşüyor. İskoç kültürünü kibar tabirle asimile etmeye çalışan İngiliz ırkı burada hiç hoş karşılanmıyor (kendisinin tamamen başka bir yüzyıla ait olması da pek yardım etmiyor tabii). Bu yüzden Claire yabancı gibi davranıldığı, dışlandığı bu yerden kaçmayı birçok kez deniyor. Fakat bir süre içlerinde yaşayıp İngilizlerin İskoçlara yaptığı baskıya birinci elden tanık oldukça önyargısı kırılıyor. Tarih sayfalarından ve Frank'in anlatımlarından İskoç Galcesi, ekose (öhöm KİLT muhteşemliğine rispek ltfn), klan hayatı gibi İskoç kültürünün demirbaşlarının İngilizler tarafından yok edilmek üzere olduğunu bilmesi onlara sempati duymasını sağlıyor.

Claire'in İskoç'ları gördüğü bu yeni ve farklı perspektifte Jamie'nin hiç katkısı yok denemez. Bu adama yapılan eziyeti izleyen herkesin içinden İskoç bayrağı sallayarak sokakta deli deli koşma isteği gelmiştir eminim. Güya modern 2017'de, dünyanın başka yerlerinde, mesela bu topraklarda benzer acıların yaşanması ne yazık... İnsanlar bu dünya üzerinde yaşadıkça birilerinin üzerinde egemenlik kurma yarışı illa ki devam edecek anlaşılan.

Anlatım ve Görüntü

Outlander dizisini iyi bir adaptasyon yapan şeylerden biri de anlatımı, beni ona çeken şey. Orjinaline sadık kalmalarına rağmen daha dramatik, kimi zaman mistik bir hissiyatı var. Kitabı okurken "hmm ok" diyerek sayfayı çevirdiğiniz bir sahneyi dizide izleyince büyük etkisi altında kalabiliyorsunuz. Hatta dizide vurucu bir sahnenin kitaptaki varlığını bile hatırlamayabiliyorsunuz. Bu yüzden ellerindeki malzemeyi iyi değerlendirmeleri takdirimi topladı.

Şiddet içeren çoğu günümüz dizisinin kayıtsızlığı ya da abartısı arasındaki ince çizgide durmayı becerebiliyor. Bunda Claire'in üslubu da büyük rol oynuyor sanırım. Soğuk ve mesafeli duruşuna rağmen duyguları tüm yoğunluğuyla biz izleyicilere yansıyabiliyor. Özellikle 1. sezonda sıklıkla duyduğumuz o yatıştırıcı sesi en büyük kriz anında bile soğukkanlı olmamızı sağlıyor. Belki de bu dizinin en iyi özelliği duygusal dengeyi çok iyi yaratmasıdır ha?
Bir dönem dizisi için biraz gösterişsiz kalmasına rağmen gözünüzü ayıramıyorsunuz. Kasvetli İskoçya havasının, çamurlu mekanların da bu kadar etkileyici olabileceğini hiç düşünmezdim açıkçası. Bana kalırsa Kuzey Britanya'nın yemyeşil kırları bayırları müthiş manzara gerçi, ne verirlerse kabulüm. Aynı mütevazı duruş kostümlerde de var. Genelde kahve-nötr tonlar ve kaba yünlü kumaşlar hakim olmasına rağmen izlemeye doyamıyor insan. Bir yandan da hikayenin önüne kesinlikle geçmiyor, bu açıdan bilinçli verilen bir karar sanırım, ki bence çok yerinde. Bu doğal havası diziyi daha inandırıcı kılmış. Fransa'da çekilen 2. sezon görselliği 1. sezonda alıştığımız İskoçya köylerinden çok farklı olmasına rağmen nevi şahsına münhasır Outlander tarzıyla devam edebilmiş.

Bu dizinin iyi yaptığı bir şey daha varsa o da İskoç kültürünü en ilgi çekici biçimde sunması sanırım. Yazarın ve yapımcıların Amerikan olması gibi tuhaf bir ayrıntıyı es geçersek yani. Hala o güzelim ekoseler için yas tutuyorum mesela. Aynı şekilde yok olmaya yüz tutmuş İskoç Galcesinin en çok kullanıldığı yapım sanırım bu. Bütün o kıllı adamlara ve ilkelliğine rağmen sevmeden edemiyorsunuz. Politik olarak da onların yanında olmamızı sağlıyor sanırım bu. "YAŞASIN İSKOÇLARIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ!!" diye bağırıp kırmızı urbalılar belirince ağır küfürler eşliğinde ekrana molotof kokteyli atıyorsunuz.

Müzikler

İlk izlediğimde açılış videosunun tüylerimi diken diken ettiğini hatırlıyorum. Haftalar boyunca beynimin içinde gaydalı melodisiyle bu şarkı çaldı. Koltukta, banyoda, markette, otobüste ooover the sea tooo Skye diye alttan alttan mırıldandım. Dizinin konseptini çok iyi yansıtıyor bence. Dramasının, ciddiyetinin yanında huzur verici bir yanı da var. Gayda sesi hem coşkulu hem de buruk bir hava katmış. Skye Boat Song denen bu şarkının İskoç folkloründen geldiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Üstelik hikayede önemli bir rol oynayan Jacobite isyanlarını anlatıyormuş. İlk izlediğinizde hoşunuza giden bu tarz ayrıntıların daha özel anlamları olduğunu farketmek çok güzel bir şey.

Bir de Bear McCreary'nin hazırladığı soundtrackler var ki, Outlander konseptine fazlasıyla maruz kaldıysanız bile baymadan dinlettiriyor. Beklediğimden çok daha iyi çıktılar. Özellikle 2. sezonda Fransız melodilerine fazla kaymadığını görünce çok memnun oldum, İskoç ruhunu hiç kaybetmemiş. O kendine özgü anlatımına en güzel katkıda bulunan öğelerden biri olmuş.

Bağlantılı Outlander Yazıları:

Yorumlar