Outlander Part III: Sezon 1 ve 2

Sezon 1

Outlander dünyası her kitapta nasıl değişiyorsa sezonlar da birbirinden o kadar farkı. İzlememe vesile olan bu başlangıç hikayesi her zaman gönlümün bir kenarında ayrı olarak kalacak. İlk sezonun kasvetli İskoç havasıyla, yemyeşil manzarası ve kilt muhteşemliğiyle birlikte sevdim ben bu diziyi. O yüzden favorimin hangisi olduğunu tahmin edebiliyorsunuz sanırım. Hatta 1. sezonu yarıya bölüp ayırıp iki farklı sezonmuşçasına farklı zamanlarda yayınlamışlardı (iki posterde yaptıkları küçük oyuna rispek). İşte çoğu kişinin pek sıkıcı bulduğu bu ilk yarıdaki başlangıç bölümlerini seviyorum ben. Claire'in şaşkınlığını ve kapana kısıldığı bu dünyadan kurtulmaya çabasını her seferinde hevesimi kaybetmeden izliyorum.

İlk sezonun sevdiğim yanlarından biri de hikayeyi Claire'in bakış açısından görmemiz. Bunu yazdığım 4 postta da sık sık söyledim ama Caitriona Balfe'in o sakin ama dramatik anlatışını çok seviyorum. Üzgünüm Jamie ama benim için her zaman 2. karakter olarak kalacaksın.

Kitapları okuduktan sonra yapımcıları senaryo konusunda takdir ettim. Diana Gabaldon'un kitaplarında bir sürü malzeme var ve bunlardan en gerekli olan kısımları alıp okuyucu bayan kısımları atmışlar. Kitapta büyük yer kaplayan flashbackler sinema diline daha iyi yansımış. Replikler ve olaylar nerdeyse aynı kalsa da bunların yerlerini stratejik biçimde değiştirerek daha iyi bir etki yakalamışlar bana sorarsanız. Özetle, hikayeyi uyarlarken doğru şekilde kırpmışlar ve yaptıkları değişim daha başarılı bir olay örgüsü oluşturmuş.

En sevdiğim bölümler: 1x01 Sassenach, 1x11 The Devil's Mark ve tabii ki ekranda kadın cinselliğine yeni bir perspektif getiren 1x07 Wedding.

Sezon 2 (bol spoiler içerir!)

2. sezonla birlikte radikal değişimler başlıyor. İlk bölümde timelapse yaparak Claire'in geleceğe, kendi zamanına dönmesiyle zaten bir şok yaşıyoruz. Ardından da 1. sezonun kaldığı yere geri döndüğümüzde Fransa gibi çamurlu ve primitif İskoçya'dan oldukça uzak bir ülkeye gidiyoruz. Outlander konseptinden kopmamak için ellerinden geleni yapmışlar ama sonuçta bu bir kitap adaptasyonu ve hikayeye bağlı kalmak zorundalar.

Kesinlikle İskoç ekoselerini ve solgun tonlu yünleri tercih etsem de kostümcünün çok iyi iş başardığı ortada. Bir röportajında Claire'in nereye giderse gitsin biraz uzaylı kalacağını, bu yüzden şatafatlı Fransız kıyafetlerini 1940'lar stiliyle harmanladığından bahsetmişti. Bu gerçekten de seyirciye yansıtabildikleri bir şey. Bir yandan kostüm ve mekanların canlılığı hikayede de kendini belli etmiş. Daha esprili, light bölümler ağırlıkta ama ben ciddi ve dramatik havasını tercih ederim.

Dağda bayırda geçen 1. sezondan sonra iç mekanlarda ve şehirde geçen bu yeni sezon beni çok sarmadı açıkçası. Macera ve aksiyon azaldı, daha ziyade plan ve stratejiye odaklanıldı. İşte Jamie burada Claire'den daha ön plana çıkıyor. Claire gibi tutkulu bir kariyer kadını evde hamile yatmaktan hoşlanmıyor tabii, bir hastanede çalışmaya başlıyor. Kan, hastalık, kopan uzuvlar ve Claire'in soğukkanlı bilgeliğine tekrar kavuştuğumuz için çok mutlu oldum bu kısımlarda. Ama Jamie'nin işe çomak sokmasına gıcık olmadım değil. Akşamları eve geldiğinde erkeğini pohpohlayıp şakaklarını ovan bir eş bulamadığı için kıskanç koca atarları yaptı falan, kendinden biraz soğutmadı değil. (Hatta 3. sezonun neredeyse yarısı Jamie'nin gözünden anlatılacağı için yeni Outlander'ı dört gözle bekliyorum sayılmaz.)

2. sezonda bir yandan kadro da genişliyor. Dominique Pinon ve Stanley Weber gibi oyuncular teşrif etmişler. Fransa Kralı Louis XV de güzel bir ayrıntı olmuş. Bir yandan da çiftimizin aşkının meyvesi Brianna ile karşılaşıyoruz, 20 yaşlarında bir genç kız artık kendisi. Açıkçası burada oyuncuyu biraz yadırgadım. Kızıl saçı gibi önemli bir öğe çok geri planda kalmış, hatta boya sanırım. Ayrıca yetişkin olmasına rağmen ergen huysuzluğu var bu hanımda. Konuşma tarzını falan azıcık Bella Swan'a benzetmedim değil. Üstelik kendisi öyle hikayede birkaç bölüm kalan bir yan karakter değil, sonraki sezonlarda daha büyük rol oynayacak.

Hikayenin gidişatında biraz sıkıntılı bulduğum kısımlar oldu. Daha politik bir sezonla karşı karşıyayız ama azcık saçmaladıklarını düşündüm valla. İskoç kültürü ve klan hayatının yok olmasına sebep olan Culloden Moor savaşını durdurmak için isyancı Prens Charlie'yi ikna etmeye çalıştılar ve bu sırada işe yarabilecek birçok fırsatı teptiler. Sezonun sonlarına doğru yaklaşan savaşı durduramayacaklarını anlayıp ölmek pahasına savaşmaya karar verdiler. Şartların böyle geliştiğinin farkındayım ama çok akıllıca gelmedi. Aylarca kaçınmak için uğraşıp sonunda bodoslama dalmak gibi oldu bu. Koskoca sezon boşuna mıydı yani?

En sevdiğim bölümler: 2x7 Faith, 2x13 Dragonfly in Amber, Diana Gabaldon'un kaleminden çıkıp içimizin yağlarını eritmeyi başarabilen intikam öyküsü 2x11 Vengeance Is Mine.


Bağlantılı Outlander Yazıları:

Yorumlar